23 Temmuz 2012 Pazartesi

İzmir - Buca

sevmek için hep bir sebebim var istanbul'u. bardağın değil boş tarafını gören, dolu bile olsa bardağı boş gören tıynette bir insanım. her şeyi eleştirsem, hiçbir şeyi beğenmesem; hayatım mızlanarak, çevremdeki insanları bu mızıltılarla bezdirerek geçse de; bakınca her tarafı dökülen, her bir yandan insanlar tarafından mahvedilmek için canla başla uğraşılan bu şehri, billur kristal bir obje gibi görmekten, sevmekten, üç gün uzaklaşsam özlemekten vazgeçemiyorum. istanbul işte. onu en az bir defa gören hemen herkeste olduğu gibi başımı döndüren, aşık eden çok tarafı var istanbul'un. "hayatta başka yerde yaşayamam" diyebilecek kadar sevdiğim izmir'i aldatabileceğim yegane şehir o. tüm kirletilmişliğine, yozlaştırılmışlığına rağmen akla düştüğünde güzelliğine kapılıp koynuna dalıvermek işten bile değil... yani ne bileyim, adeta ilk görüşte aşık olduğun kişiyi hatırlamak gibi bir şey, elde edememiş olsan da, hala öyle kalmadığını bilsen de anısı capcanlı duruyor gözlerinde... istanbul'u ilk görüşüm çok enteresandır; henüz on yedi yaşındayken, arkadaşımla televizyon izlerken istanbul manzaralarının büyüsüne kapılıp "hadi gidelim" deyivermiştik. saat gecenin neredeyse yarısıydı; önce şaka gibi gelen şey, çok geçmeden gerçeğe dönüvermişti. eski izmir otogarında alelacele bilet bulup, yoluna koyulmuştuk istanbul'un. şimdi de fikrim pek değişmedi ya, ayağımı bastığım ilk andan itibaren "ne çok kalabalık" deyivermiştim. istanbul denildiğinde hala aynı cümle dökülür dudaklarımdan, "orada her yer kemeraltı gibi" diye eklerim onu hiç görmemiş her izmirlilere... fakat kalabalıklığı değildi beni şaşırtan, herkesin malumuydu zaten o. topkapı'da bir kahvehanede çay içerken, çaycı "yolculuk nereden?" diye sordu, yanıtladık. sonra eminönü'nden vapura bindik, yanımdaki adam da aynı soruyu yöneltti: "yolculuk nereden?" nasıl anlıyorlardı yabancı olduğumuzu, bunca yıl geçtikten sonra dahi anlamış değilim. ne şaşkın bakışlarımız vardı etrafa, ne de ellerimizde herhangi bir valiz. "şıp" diye anlıyorlardı yine de oralı olmadığımızı nasıl oluyorsa... İzmir - Buca yıllar sonra tekrar gördüm, istiklal caddesi'nde defalarca tur attım, dört bir yandaki o eski mimarinin güzelliğine tekrar tekrar hayran kaldım. kalabalık içinde yapayalnız yürürken, kafamın içindeki bin türlü düşünceye uzun eşek oynatıyordum bir akşam. birdenbire müzik sesi duydum sonra, halka olmuş kalabalığa yaklaştığımda kovboy şapkalı sokak müzisyenlerini gördüm. bir gülümseme yayıldı yüzüme, kanım hızlandı, sıkıntılarımın sisi dağılıp gitti. onlar hiç sevmediğim şarkıların nağmelerini çalarken dahi mutlu olduğumu hissettim... anladım ki, asıl bu yüzden güzel istanbul, onu vazgeçilmez kılan da tam olarak bu. onun kollarına bıraktığında kendini, her an bambaşka bir sürprizle karşılaşmak mümkün. neşeni bölecek yoğunluğu da, geri getirecek çareyi de ansızın karşına çıkarabiliyor bu şehir... şimdi ne vakit bir filmde veya bir fotoğrafta görsem istanbul'u; yanıma birini alıp gitmek isterim onun kollarına. çoğunlukla beceremem ya da şartlar müsaade etmez heyecanıma. bağrıma basarım onun ilk aşka benzer sıcağını, ilk fırsatta kavuşacağımıza söz veririm. o beni duymaz bile, kalabalıkta kaybolmuş birilerine yeni sürprizler hazırlama telaşıyla meşguldür çünkü, bilirim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder